11 Eylül 2009 Cuma

taraf tutmadım berterafım doktor bey

"Avrupa Kültür Başkenti'nde sel.. Rezalet , suçlular cezalandırılmalı. Metropolde sel mi olur? Belediye başkanı istifa etmeli. Kaçak yapılaşmaya izin verilip rant sağlandı, insan hayatı bu kadar ucuz mu? doğal afet bu, önlenemezdi. Utanmaz leş kargları selden sonra yağma yaptılar. insanlığınızdan utanın"
türünden herhangi bir polemik, klişe vesair mide ülseri ve migen rahatsızlıklarımı tetiklediği için bu blog da ya da hayatımın herhangi bir alanında var olamaz.

Sel olmuş, her zamanki gibi en son ben duymuşum. En son marmara depremlerini de ben duymuştum. Bu denli apolitik ve dünyadan bir haber bir insan olmama rağmen bir şekilde sinirimi bozacak bir haber çıkıyor karşıma.

o zaman konumuza gelelim. Tarafsız medya.
tarafsız olmak zorunda de değil bence hiçbir şekilde. fakat ben tarafsızım.......

Evkur mudur nedir bi depo da selden etkilenmiş herşey sular içinde yüzüyor bizim uyanıklar da kapmış birşeyleri götürüyor.. Medya derhal: yağmacılar..... ahlaksızlar.... diye damgalamış. Eh tabi amcalar teyzeler de ellerinde koca koca uyku setleri, porselen yemek takımları ile ifşa oldular. yağmacı damgasını pek de sallamış gibi görünmüyorlardı.

Uykusunda park halindeki tırları içinde ölen şöförlere üzüldüm sadece. Yağma falan bırakın bu işleri. Zaten hepsi sigortalı, şirket onları bize maliyetinden satacak defolu kategorisinde, üstüne bi de sigortadan aldığı para cabası.

Son olsun haber izleyişim. İstanbul da hiçbişeyin başkenti olmasın. Sao Paolo kardeş kent ilan edilsin varoşların kardeşliği olsun. başka da bişi demem

suda yüzen malları kucaklayan insanı da rahat bırakın ya. Manyak mısınız? asil mevzuu ya odaklanın. hadi siktirin gidin şimdi

22 Ağustos 2009 Cumartesi

pet şişeden su içip diş fırçalayana gay denir

Evet... "all the beutiful women are married all the handsome men are gay" tezi doğruymuş.
O zaman ya ben çirkinim (halen evli değilim) ya da all handsome men are gay olduğu için.... e ben dünyalar güzeli olduğuma göre....

Herkesin bi hallere girdiği, lubunyalaştığı bi çağda olduğumuz kesin.Ben önce cep telefonlarından şüphelenmiştim. Zira kafamızı mikro dalga fırına sokmuş gibi oluyormuşuz ya telefonla konuşunca,ya da tepemize dikilen istasyonlardan.

İngiliz toksik kimyasal eksperi Dr Gwynne Lyons günlük hayatta kullandığımız esşya ve ürünlerin içindeki kimyasalların feminenleşmeye yol açtığını idda ediyormuş.Tabii bu sadece insanlar için değil tüm memeli hayvanlar ve omurgalılar için de geçerliymiş.
Bu kimyasallar erkeklik hormonuna zarar veriyormuş. Bu kimyasallar ENDOKRİN BOZUCU olarak nitlendiriliyormuş. Son 50 senede 100.000den fazla yeni kimyasal üretilmiş ve günlük hayatımıza girmeyi başarmış.

Bu endokrin bozuculara ilk kez 1988 de yapılan ir araştırmada rastlanmış. Mumya yapımında kullanılan krem bu araştırmanın ilk bulunan maddesiymiş. cenaze işlerinde çalışan kişilerin testislerinde küçülme, sakal büyümesinde yavaşlama gibi şikayetleri ile başlamış.

1997'de Birleşmiş Milletler Çevre Kalkınma toplantısında insan vucüdunda ölçülebilen 500 kimyasal maddenin taşındığı ortaya konmuş. İnsan doğasında olmayan bu maddeler ana rahminde yeni nesillere geçmeye başlıyormuş. Bu maddeler en başta PLASTİKte bulunan kimyasallarda var.

Sonuçta bir telefonla kapınıza kadar getirilen su, içinde bulunduğu damacana nedeni ile her su içtiğnizde sizin ve gelecek nesillerin testislerinin küçülmesine, sperm sayısının azılmasına, üreme sorunları ve hastalıklara yol açıyor.

Tabii bu etki kadından da çocuğa geçiyor. Endokrin bozuculara maruz kalan kadınların erkek çocuklarının penisleri de normalden kısa oluyor. Normal??? Kime ve neye göre? Bilemiyorum ama 1950 ve sonraki nesillere sesleniyorum. Penisiniz küçükse bu annenizin su içtiği plastik şişeler, yıkamadan yediği meyve ve sebzelerden geçen tarım ilaçları, kullandığı krem ve diğer kozmetikler ve mıncıkladığı elektronik eşyalardan kaynaklanıyor... Artık nedenini biliyorsunuz. Gidin annenize çemkirin!!! Çeşme suyundan dizanteri kapmak yerine pet şişeden içerek penisinizi riske atmaya hakkı var mıydı???

kaldı ki siz de bunu genetik olarak yeni nesillere aktaracaksınız!!!! Araştırmada benim en çok ilgimi çeken New York Rochester University'ninki oldu. Anne karnında yüksek oranda endokrin bozucuya maruz kalan erkek çocuklarının anüs ile genital bölge aralığının normalden daha kısa olduğu tespit edilmiş............ Bu durum da feminenleşmenin ilk göstergesiymiş..

Metroseksüel olacağım diye kremleri sürün, parfümleri sıkın, dişleri fırçalayıp elleri antibakteriyel sabunla yıkadınız, lensleri takıp pet şişelerden suları içtiniz.... Noldu şimdi? Metroseksüellik baki kaldı ama gay olmadınız mı? Zamanında büyükleri dinlemek lazımdı. Erkek adam parfüm sürmez süslenmez ulan dediler de köylü dedik sığ dedik. meğer erkek dediğin iğrenç kokularını bastırmaya çalıştıkça kadınlaşan bi organizmaymış..

bırakınız koksunlar, bırakınız kıllı dolansınlar. Pipileri mi küçülsün daha mı iyi ya???????

Peki o zaman: tüm erkekler feminenleşirse herkes lezbiyen mi olacak? Feminen erkeklerin de bir şekilde aktif olanlara ihtiyacı yok mu? Sonsuza kadar kadın kadına mı devam edecek bu?????

Soyumuz tükenme riski altında mıydı yoksa?

Zaten Kanada, Rusya ve İtalya da doğan kız bebek sayısı erkeklerin 2 misliden fazlaymış. Yine Kanada'da Ontario gölündeki levreklerin %83ü çift cinsiyetliymiş..Kanada'daki katil balinalar üreme kabiliyetlerini yitirmek üzereymiş.

kanada da ilginç ülkeymiş yahu... Bana genelde uzakdoğulu erkekler çok feminen gelirdi. Kanada^ya göçmeden önce düşünün derim. Belki bu nedenle göçmen alıyorlar. Memlekette insan hayvan feminenleşmeyen kalmamış.

Hayvanlar üzerinde de etkiler vahim. Ne olursa olsun erkek olmak zor iş. Penisinin boyu, sperminin sayısı, anüsünün genital bölgeye olan mesafesi, sakalının uzaması oooooooooooooooof
Bunlar buz dağının görünmeyen kısmı.. Daha görünenler var. Göbeğin çıktı, saçın döküldü, boyun kısa, sertleşme sorunun var, erken boşaldın.........................

Kadın olmak o kadar güzel, etkili ve sorunsuz ki, yüzyıllardır sindirilmeye çalışılıyoruz.

Halelujah o zaman. yaşasın bozulmayan ve hatta en ufak bir bozulma tehdidi altında olmayan kadın horrmonlarımıza kaldırıyorum pet şişeden su ile doldurduğum kadehimi.

sonra da yüz yıkama jeli ile yüzümü yıkar, domatesleri yıkamadan yerim.

All handsome men are married ama endişeye mahal yok. hepsinin penisi küçük ve anüslerine yakın!

ben iyisi mi kendimi hayır işlerine falan verim. Gerginlik olmasın!(sexual tension)

17 Ağustos 2009 Pazartesi

Basıcam istifamı Vol:37.865


Basıcam istifayı şerefsizim. Ne bu a.q sabah 8- akşam 9 çalışıp bir gecede harcanası bi para kazanmak. Bir akşam yemeğinin 400Euro olduğu bir şehirde bu maaşa çalışılır mı? gerçi hiçbi maaşa çalışılmaz. Maaş dediğin alındığı gün bitesi- bitirilesi bişeydir. Maaş bizi daha da mutsuz etmek için yatarılmıştır. Zinhar şeytan icadıdır. Kulluk sistemine geri dönülmeli, hatta kölelik olmalıdır. İnsan beklentileri yükseldikçe mutluluk imkansızdır. Servet düşmanı olup çıkılsın....Madem bende yok, kimsede olmasın.Olanın da canı çıksın.

Konu neydi? İstifayı basmak.
Herşey çok güzel başlamıştı oysa...Hayır güzel değildi ama kendimi kandırabiliyordum o aşamada. "ekonomik keriz var, bulduğunu ye" felsefesi hakimdi. "Evde durmaktan iyidir, oturduğun yerde kim veriyor o parayı sana" idi...

Sabah 8- aksam 9 fazla mesai bir yana öğle yemeği arası yok hadi var diyelim yemek yiyecek para mı vardı? Olsundu. Şükretmek lazımdı. Millet o parayla ev geçindiriyordu. Bu "şükret" fakirin ekmeği benim mideme oturdu artık. Hem ben ekmek bulamamak ve pasta yemek taraftarıydım.

İçimde var olan Marie Antoinette'nin (bakınız bölünerek çoğalan karakterlerimden biridir) kendisini bir anda belediye (iett ve halk otobüsü diye kategorize edilir) otobüsünde bulunca yaşadığı travmanın tarifi mümkün değil....

Normal ama bu da can yani. Bir gün jet-set sosyete ile aynı atmosferde ve hatta kendilerinin bir haftada öğüttükleri gıdaları 1 saatte 50kiloluk bünyeme sığdırtıktan sonraki gün öğlen yemeğinde simit kemirmem akli melekelerimde tarifi güç ve onarılması imkansız yaralar açmış beni türlü bunalımlara gark etmişti.


Bu benimkisi bilinçlice bilinçszliği seçmekti. ;Ignorance is bliss, cehalet erdemdir felsefesinin ta kendisiydi.

Bilinci hayli yüksek bir insan gibi TV izlemekten vaz geçmiştim. Zaman kaybı ve mutsuzluk ve hatta ahlaki çüküntü sebebiydi. Gördügümüz herşeyi istememize ve hatta kendi gerçeklerimizle örtüştürmeye çalışmamıza neden oluyordu.

kaç kaç nereye kadar? Emperyalizmden kaçılmaz hele ki içinize bi girmeyiversin exorcist gelse çıkaramaz.

Netçe itibariyle, ne zengin koca ne bohem hayatı. Hiçbiri fayda etmedi. basçam istifayı da sora nolcam???????????*





10 Ağustos 2009 Pazartesi

anne ben edie oldum










Kendimi edie sanıyorum.

En son nokta, bir aksam yemeği rezervasyonu yaptırırken telefondaki kişiye adımı edie olarak vermem oldu. Kaç zamandır söylüyorum karaktersizim diye, ama herkes hakaret addedip konduramıyordu. Meğer karaktersiz değilmişim de kişilik bölünmesine uğramışım. Öyle bölünerek çoğalan bi kişiliğim varmış.
Peki çok karakter hiç karakter midir?Ne bileyim, bilsem bölmezdim kendimi durduk yerde herhalde...


Edie'me gelelim. Aramızdaki ortak bir çok noktadan birisi soyunun İngiliz Kraliyetine dayanması. Benimkisi de bilindiği üzere Viking Kraliyetine dayanıyor ( ne zamandır o kadar zorluyorum ki az kaldı dayanacak.. ha gayret...)

20.04.1943 doğumlu.1971de 28 yaşındayken ölmüş. Şu an itibari ile 1 sene fazla yaşamış bulunmaktayım kendisinden(ay yaşım çıkmaz mı ortalara) Harward mezunu. daha okul bitmeden anorexia olduğu, antidepresanların dibini gördüğü söylenir.Siyah külotlu çorapları en sevdiği kıyafetiymiş ve hatta genelde pek de giyinmezmiş....

Andy Warhol isimli utanmaz , şahsiyetsiz adamın ilham perisi olarak bilinir. Oysa Andy bu kızcağızın parası, güzelliği, zerafeti dahil iliğine kadar sömürmüştür.
1965 de tanışmış bu Andy insanıyla sevgili Edie. Andy de o zaman Fabrika adını verdiği batakhaneyi yeni kurmuş. Her tür rezilliğin döndüğü bu mekanda bi sürü film çekmiş Edie ile Andy insanı.

Kendisine istediğiniz kadar gıcık olunsun, popüler kültür mantarı kafasını koparasımız gelsin..... yadırganamayacak bir gerçek var ki adam işini biliyor....Filmler iyi , eleştiriler yerinde, popülarite tavan...fakat egosu da bi o kadar karanlık ve derin. Bu kızı bu denli harcamasa severdim bile kendisini.(belki)


Bizim kız Bob Dylan ile fingirdeşmeye, Bob da Andy ile hırlaşmaya başlayınca fabrikadan atılmış Edie...Ha bu arada Bob Dylan da inadına gidip başka bi kızla (Sara Lownds) evlenmesin mi? Göt gibi ortada kalmak diye buna denir işte.(ha sonradan bunlar da boşandı, noldu iyi mi ettin şimdi Bob? neymiş gizli törenle ağaç altında evlenmişler. incir agacı mıydı acaba?)


Sonrası Edie'nin Chelsea hotel günleri. Junkie'lik de fabrikadan kalma bi alışkanlık. Ruh hastası babadan da para kesilince anorexia nın da dibine vurmuş kendisi..
aynen şarkıdaki gibi:

And nobody has ever taught you how to live on the street
And now you find out you're gonna have to get used to it


Rehab günleri ve kocası Michael Brett Post.ile tanışması 1969..hayatının son günlerinde ayık ve temizmiş.... Her junkie gibi overdose'den mi, drug abuse'den mi yoksa son haddine gelmesinden mi öldü bilinmez ama kocasının yanında uyurken ölmüş...

California'da mezarı...

Andy "
I always thought I'd like my own tombstone to be blank. No epitaph, and no name. Well, actually, I'd like it to say "figment." demiş...

Edie ninkinde şöyle yazılı: Edith Sedgwick Post - Wife Of Michael Brett Post 1943-1971



When you got nothing, you got nothing to lose................


Bob Dylan'ın diğer Edie şarkıları: just like a woman; Leopardskin Pillbox hat ve tabi ki: like a rolling stone...




18 Haziran 2009 Perşembe

Danirmarka'dan adam çıkmaz


Hayır çıkmaz.....
İskandinavlardan ağzımın payını almadım alamadım...Tamam oturdu mideme.

İlgisizler, kabalar, full time sarhoşlar, kötü giyiniyorlar,
kötü besleniyorlar, köylüler.

İngilizcede peasant, primitive diye tabir ettiğimiz adamlar bunlar. (biz ingilizler kendi aramızda öyle konusuruz. "oh may gat "ya da "veri vell " deriz. kibar olmak istersek tenk yu veri maç bile dediğimiz olur. )

Bunların ataları vikingler dedikleri, kafalarında boynuz olan korsanlarmış meğer.
Aslında tepelerinde boynuz değil kanat varmış, öyle iddia ediyorlar. Genelde boynuz takmayı sevdiklerinden herhalde....Kendileri de boynuzlu resmedilmiş.

Soğuktan ve 6 ay k
aranlıktan hepsi sıyırmış bunların. Kendilerini içmeye vermişler. Bunların Norveçi İzlandası yine daha ayık kalmış, AB ye girmemiş falan. Politika bile yapmaktalar iken Danimarka dediğimiz batakhane içlerinde en rezilidir.

Shakespeare daha sene 1599 iken anlamış bunların ne mal olduğunu. Hamlet denen eseri d
e bu nedenle Danimarka krallığında geçirmiş. Kralın karısının kardeşiyle fingirdemesi sonrası dellenen Hamlet adı genci anlatmaktadır bilindiği üzere. Ensestinden tut intikamına kadar her gün antin kuntin (Türkçesi entrika, neresi Türkçe ise artık o kelimenin) Orda aklı selim bi Horatio var. Onun da sakalı yok diye midir nedir lafı dinlenmez, şamar oğlanı gibi dolanır durur.

Bu İskandinavların adam olmadığı bayaklarından da bellidir. Bi tane haçı biri tutmuş, hepsi rengini değiştirmiş, sağa koymuş, sola koymuş bayrak diye asmışlar tepelerine. Az yaratıcı olun ya. Yok...

Bi de Kopenhag kriterleri icad oldu. Bu da tamamen bizi dürtmeye yönelik dış mihrakların oyunundan başkaca birşey değil korkarım.Misal ben, tüm kriterleri karşılıyorum ama almıyolar birliğe. Haçlı bunlar haçlı.... gavurlar ondan almazlar.

Danimarkalı insanların soyadları Sorensen, Tomasson, Johanson, Mortensen, Henriksen falandır. Sığ oldukları burdan da gözlenebilir. Oysa bizde Olgun Portakal, Fenasi Kerim, Vildan Sıkoçbıraty, Nihat Sienentürk, Ayşe Kutukola gibi ne denli yaratıcı isimler vardır....

Lars Von Trier gibi sıyırmış bi de yönetmenleri vardır. Dogville , Manderlay, Five Obstructions gibi filmlerle beynimizi yormuş, Idiots ve Breaking the Waves ile ahlakımızı bozmuş, Epidemic ve Dancer in the Dark ile hepimizi intihar seviyesine getirmiş ahlaksız edepsiz laftan anlamazın tekidir bu adam..

Viggo Mortensen denen rezil adam, Aragorn rolü ile karşımıza çıkıp ağzımızın suyunun akmasına neden olmuş ise de, hemen akabinde Hidalgo'da kendisinin nasıl çirkin, töbe tanrıma, sıçan suratlı olduğunu göstermiştir.

Ben bu ırktan kimseleri görmek istemem. Finlandiyası, Danimarkası, Norveci hepsi batsın sulara gömülsün.

Sarışın, mavi gözlü, uzun boylu, son derece fit, esprili, takıntısız ve komplekssiz erkeğe erkek demem ben!!!!Hiç aşık olmadım olmam da bunlaran birine.

bitti bu kadar, dağılın...........sinirim bozuldu yine



17 Haziran 2009 Çarşamba

teletabiler ya da orcinal diliylen: teletubbies

Bi gün herkes teletabi olacak....

Karnımızdan televizyon çıksın diye demiyorum. ,Cinsel uzuvlarımız olmasın, cinsel kimlikti, tacizdi, bunalımdı, gerilimdi olmasın değil kaygım. Kocaman göbeğimiz olsun, yaz geldi eywah kilo vermeliyim ya da dip boyam geldi, kaşım çıktı, sire gitmeliyimlerden ari bi hayat özlemi de değil asıl mesele..

Küçük, kısa, sisman ve üstüne üstlük renkli 3 arkadaşıyla bir ömür lala haha hohoo diye kendi ekseni etrafında dönmek bence çok ideal bir hayat tarzı. Bi de kafalarından yuvarlaklar antenler , boynuzlar çıkıyor....

Nedir teletabi? Dipsy, Laa-Laa, Po ve Tinky Winky'den oluşan bir rock efsanesidir. Deep Purple ile Pink Floyd'dan ayrılan elemanlar tarafınan kurulmuş olduğu için renk renktir. Enstrümanlarını kafalarında taşırlar. Dipsy solistleridir, kafasındaki boynuz aslında mikrofon işlevini görmektedir. Dennis Rodman ile yaşadığı fırtınalı beraberlik sonrasında boynuzun kafasında vücut bulduğu iddia edilmişse de, hiçbir zaman kanıtlanamamıştır. Dennis Rodman yağtığı basın açıklamasında iddialarır reddetmiş ancak teletubbies hayranı olduğunu saklamamıştır.

Teletubbies 1997 senesinde Anne Wood isimli, şizofreni başlangıcı olduğunu tahmin ettiğim bir şahıs tarafından icad edilmiştir. Söz gümüş ise suküt altındır gibi bir felsefeyi benimsedikleri söylenemez. Konuşmaksızın anlaştıkları doğrudur ancak, bu bir Kim Ki Dük filmi edasında değildir. Konuşmasalarda sürekli bir nümayiş bir feveran içindelerdir. Eskiden bizim apartmanda da bi kız vardı, ben gerizekalı olduğundan şüphe ederdim ama pedagog "tembel" teşhisi koydu. O kızda da teleabi ruhu varmıi meğer. Konuşamıyordu ancak çıkardığı "non verbal" tabir edilen ses, hırıltı ve iniltilerle beni birden çok kez intihara meyletmişliği vardır.

Çeşitli ritüelleri vardı
r teletabilerin. Bu bağlamda biraz komun yaşamı benimsemişlerdir. Karşıdan bakıldığında kendi halinde yaşayan sevimli minnoşlar gibi gözükmektelerdir.

Bence bu teletubbies 0-1 yaş arası çocukların Beatles'i John Lennon'u. Çocuklara anarşizm aşılamakta, minik bünyeleri yavaşan zehirlemekte. Nasıl mı?

  1. Teletubbies renkleri rainbow flag ile aynıdır.bayrakta 8 renk var ancak, teletabiler de bu tonların en belirginleri. Neden Pembe mavi sarı ve yeşil değiller_? Neden Mor SArı Yeşil ve kırmızı???

  1. Tinky Winky nin cinsel kimliğine dair spekülasyonlar var. Size ne ya? diğerlerinin 30santim penisleri, devasa testisleri vardı, sharon stone'nin basic instinct de yaptığı gibi bacak bacak üstüne atarken vajinalarını gördük, hepsi heterosexuel, uzun süreli ve SEVİYELİ ilişkileri vardı da Tinky Winky mi şaibeliydi?Bu kargaşaya 1.5 yaşında düştüğünüzü düşünsenize....Allah Muhafaza (müdürlüğü)
  2. SARILALIM SIKI SIKI ile verilmek istenen mesaj neydi? Yani sadece sarılalım cinsel içerikten uzak duralım mı? Yoksa gizliden bir sevişme mesajı mı? sevgi dolu olmak dostluk ve kardeşlik mi? Neden sarılıyoruz sıkı sıkı?? Bi muamma bi kördüğüm.
  3. Yaşı daha ileri olan teletabi hayranları, bu tv show unun psychedelic connotations yani psikedelik çağrışımlara yol açtığını iddia etmiş. Psikedelik dedikleri: Duyarlığın artışı ve değişiklikleri, halüsinasyonlar ve mizaç değişikliklerini (öfori ya da depresyon) içeren zihni (mental) durumlara özellikle bazı halüsinojen ilaçlar (LSD, meskalin, v. b) tarafından oluşturulan psişik fenomenlere verilen ad.

E oha ama artık....

Teletabiler meskalinmiş meğer.............
İkna olmadım değil. Durduk yerde sallanan, Gereksiz bir mutluluğa gark olmuş, gel gel opüjeeeemm kafasını aşmıs sarılma safhasına terfi etmiş, lala ihihihihih diye dönen 3 şey! Buna da ikna olmadıysanız teletubbies başladığından nefes dahi almadan izleyen 2 yaşında kaç çocuk gördügünüzü düşünün. Dizinin ilerleyen dakikalarında alkışlayıp ayağa kalkıp dans etmeye başladıklarını da gördüm. Önceleri İgiliz çocuklarının angutluğuna verdim ama değil.




görüldüğü üzere, anarşi, kaos, uyuşturucu ve homoseksüellik içerikli, yeni jenerasyonu bambaşka bir hippie kolonisine dönüstürme alt metinleri ile dolu bir beyin yıkama metodudur teletabiler...

Peki sevmeyelim mi? izlemeyelim hatta izletmeyelim Taksim meydanına Kızılaya ellerimizde pankartlarla yürüyelim mi???

HAAAAAAAAAAAAAAAAYIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIR
BEN DİYORUM Kİ;


Teletabi olsam, karnımdan tv kafamdan halka çıksa, mor olsam yeşil olsam, kafam 24 saat 7 gün 12 ay güzel olsa, lala desem eksenimde ve diğer 3 teletabinin ekseninde dönsem..............

Herkes benim gibi olsa, yaşasa..


Bana hayalperest diyebilirsiniz, ama yalnızca ben değilim....
Umarım sen de bir gün bize katılırsın
ve dünya kocaman bir tubbieland olur............
hayal et...................(imagine)

7 Mayıs 2009 Perşembe

Stadyumda terör

Stadyumda yarattığım tek terör, maçı piç etmemdir baştan belirteyim. Kasaturalarla döner bıçakları ile gelip karşı tribündekileri parçalama heveslisi olanlardan değilim. Kendi çapımda yarattığım teröre gelince................
yeşil çimler, uzanıp piknik yapmak, köpek gezdirmek içindir. En büyük çim aktivitesi konser ya da festival olabilir olsa olsa.. 11*2 kişinin mis gibi kokan çimler üzerinde itişip kakışarak bi top peşinde koşmaları aklıma yatan birşey değil benim. Hadi onlar bazı kurallar çerçevesinde tepişmekteler. İzleyenlere ne demeli........
Spor izleyicisi bi acayip. Spor nedir? sağlıklı yaşamın anahtarı efendim zinde kalmanın tek yolu, yaşam kalitesini arttirmaya yarar vesair. Spor ne kadar sağlıklıysa izlemek o kadar sağlıksız. Neden: Herkes bir müsabaka izlerken içmek zorundadır.!!!!!! Kanunla getirilmiş, yaptırıma tabi sanki.
Taraftar karşı takımdan nefret etmek zorundadır.Öyle böyle değil. Karşı takımın oyuncuları yedekler dahil hatta paf takımı bile sanki birer birer annelerini becermişcesine katıdır bu nefret. Acayip bi endüstri.Kendim ayıptır söylemesi davetiye ile izlediğim için (davetiyeymiş...itfaiye kapısından basın mensubu arkadaş sayesinde sızmak sureti ile giriyorum bariz) beni alakadar etmiyor ancak biletler en dandik yer için 70TL miş... O paraya ne festivallere gidilir, ne kıyafetler alınır, zorlayıp kampanya denk getirilse uçak bileti bile alınır bi yerlere.. Tatil bütçesine yatırılabilir.... (benim entellektüelitem ve duyarlılığımın ne denli sığ olduğu böylece açığa çıktı. maça giden 70TL ye acırken, gidip hepsini içmaaa sıçmaa yatırmak derdindeyim)
Hasta oluyorum her seferinde ağzım böööle açık kalıyo. Arkadaş... Takım oyuncuları feci ihya oluyor.Jeepleri, evleri, minyon dolar hotel vallahi.Klüp başkanıydı falan zaten para babasıdır da, bu sıfatla daha da köşe olur. Plazaları diker, silahları konteyner konteyner yollar, ne yapıcaanı bilemez parasıyla. Akıl ermez bu endüstriye.Spor sektör olmasaymış ya... Bu insanlar bu para enerji ve zamanlarını kendileri spor yapmak üzere kullansalardı......

GELELİM BENİM HOOLİGANLIĞIMa
Ben maçı piç etmekle meşgulüm. "Polis köpekleri top tribüne ya da önlerine geldiğinde ne yaptı. hahahaha köğek atladı, havladı bağırdı, polisin bağcıklarıyla oynadı" en birinci eylemim maçta.
Arkamda sağımda soolumda yakışıklı var mı?? Dedektörler açılsın.... (1 tane oldu o da ecnebi çıktı. aman o gözler o burun... vitrine koy evde. büst büst. taş (gokcen agzının suyunu sil )
neyse yakısıklı olmuyo maçta. tek tük turist düserse anca.

İnsan acıkıyo tabi. herkes ne yiyo maçta bilmem. Ben niştaşından sushi aldıydım.Çıkarıp yiyivermişim. Londra günleri geldi aklıma. orda da heryer çayır çimen falan. Green Park olsuuuun Hyde Park olsuuuun, Putney Common olsuun heryer yesil park napim. Çalıştıım yerden arakladığım sushi leri yerdim o çimlerde. Neyse ki sefaletim sona erdi çalmadan da mideme helal sushi sokabiliyorum maaşımla.(market sushisi ya. Zuma da oturup yemişliğim yoktur İstanbul'da) Diyeceğim o ki, futbol maçı esnasında sushi yemek, kendini bilmezlik göstergesinden başka şey değildir.Racona terstir. Yiyen bizden değildir.

Maç esnasında ilgim nasıl dağılıyorsa bazen golleri de kaçırıyorum. Bi yüksek sesler itiş kakış oluyo.. aaaa gol. lanet olasıca hiperaktivite birseye 90 dakika konsantre mi ettiriyo sanki. İzleyemiyorum maçı, bi de oynamaya kalksam maçın 40.dakikasında "what the hell am i doing here" şeklinde yabacılaşıp karşı takıma yem olurdum garanti. Stad ortamından olabildiğince soyutlanıyorum bazı bazı. Allahtan parayla değil. Biletin hakkını veremezdim yoksa...........

Maç bitse de dangalaklığım bitmez. Maç sonrası taraftar dediğin hakemi yuhlar, yetmez kafasına sert cisim isabet ettirme çabasına girer o da kesmez inip tartaklamaya kalkar.Ben nacizhane, şiddet içerikli olmadım olamadım. Daha ziyade efendim hangi futbolcunun karısı daha şık, ayakkabıları nerden. aaa geçen maçtan bu yana kilo mu aldı ne? endişelerine gark olurum.

Maç biter, herkes evine gider. Şansal Büyüka-b-c Erman Toroğlu izler, saatler hatta günlerce didişir. Halbuki Chan için o sayfa sonsuza kadar çoktan kapanmıştır. Midemde sushi (üstüne çiğdem peeh midesizliğin dik alası) İnönü'den yokuş yukarı Nişantaşı ordan da ev...............
Yatar uyurum arkadaş bana ne kimmiş şampiyon. Cebime para mı giriyo.
O değil de iddaa ya sarsam, köşe olur muyum, niye olmasın ama????
sarim sariiim bi dahaki sezon

1 Mayıs 2009 Cuma

1 mayıs sıkıntısı


Evde oturmak çok uzun süre dışarıda dolandıktan sonra bir lütuf gibi. Haftanın 5 günü yoğun calıştıktan sonra cuma akşamı "cep telefonumu kapatıp kimse bana ulaşmasın ve hatta bulaşmasın kitabımı okuyayım erkenden sızayım cumartesi de süper bir kahvaltı edeyim" uyuzluğuna bürünmeyi çok özlemiştim.
Sonra bir anda 1 mayıs tatil oldu. Plan yapmaya fırsat kalmadı. Evi Şişli ortasında konuşlanmış bir şahıs olarak eve sıkışıp kaldım tüm gün güzel havaya rağmen.
Dışarı adım atsam gaz ve toz bulutu ve hatta kaldırım taşı yeme ihtimalim vardı. Taşradan yeni ikametgahını aldırmış bir şahıs olarak "korkarım abi ben öyle şeylerden" haliyeti ruhiyesi ile tıkıldım eve. O ev ki içinde bir televizyon olmaya.....bilemedim neler yapaydım tüm gün evde.

Ev arkadaşı aktivist de olunca insanın, pasif ve apolitik kimliğimle temizlik ütü ve external hard disc deki tüm dizilere gark oldum, bir başıma tabii

Ardından meydanlar boşaldı, panzerler garajlarına çekildi(sahi nerde durur ki o koca şeyler.. el altı bi yer olsa gerek derhal meydana çıkıveriyolar)gazı yiyen evine döndü. Benim gibi duyarsız umrarsız karakterler sıradan cuma gecesinde alkol hadelerini suistimal etmek üzere akın ettiler bu kez Taksime.

Yeni aldığım cappucino rengi(kahve rengine ne oldu ki? sütlü kahvemsi bu sanırım... O zaman filtre kahvenin de sütlüsü olur neden cappucino rengi? etliye ve sütlüye karışamicam bu noktada korkarım) ojeyi bir güzel sürüp, çilekli sabunumla duş aldıktan sonra organik makyajımı yapıp taytımı giymek sureti ile her an akabilirdim clublara. ama yapmadım.

900 sayfalık kitabım, 250GB lik hard disc im, ofisteki espresso makinasının nimetlerine fazla abanmam nedeni ile gastrit ağrılarına evsahibi olan mideciğim ve kuaförün gazabına uğrayan saçlarımla amelie görünümlü izmir asıllı abukat bir insan olan ben bokmeydanının ortayerinde 3+1 evceğizimde tamtakır buzdolabımla beraber kalakaldım.

Çıkmadın mı evden çıkamıyorsun... can çıkmadan huy çıkmaz gibi değil de daha paradokssal birşey. Bir çıktın mı çıkasın geliyor. yok evde durayım sooora şeyederim dediğin an, haaftasınu aktivitelerinin bittiği andır.

kendime kazık atıp gelecek 2 haafta için de tiyatro bileti aldım. Şimdi parası ödenmiş biletin davası olmayacağından cuma ve pazar günleri evde olmamayı garantiledim. ordan da dahil olurum birilerinin planlarına

O değil de.... bu 1 mayıs sıkıntısı geçecek gibi değil.

Hiç yoktan tatil hediye edildi ama yaranır mı insanogluna? Al bu kez de sıkıntı bastı

böyle havalarda eve ekmek götürmek de unutulmaz ki... Nasıl mayıs bu anlamadım.
Londra mayısı yok hatta Finlanda mayısı oldu başıma.

beni bu mayıs tatili mahfetti.......... iyisi mi seneye mayısta gaza gelip yürüyüşe katılayım. gaza gelmezsem de alırım gazı yolda muhakkak :)

Lipstick Jungle


Aren't we all in a jungle? I prefer being in a lipstick jungle. The worst thing can happen is being bitten, getting scracthed or hair pulled by a residenf of that jungle.........

Allright I have to confess the most interesting thing about the show is the relationship between Kirby and Niko. Please do not hold it againist me. Being a strong woman MUST NOT mean having a srong man aside! Some people prefer simple people around themselves.

No politics no mind games, masks whatsoever. Where is the priest here i confessed all my sins. at least i could have been forgiven...

Like most of the female when sex and the city ended i thougt the sky was falling (we love exaggerating) This and gossip girl were the alternatives. I personally found gossip girl "too girly" besides teenage.. As a middle aged woman I wanted to see more MATURE figures to adore and obsessed with.

Now along with my roommate I am living with Niko, Wendy and Victory.
it does not matter how well educated how deep you are we all have a shallow woman hidden inside us.

think of how many times we had those conversations with our friends?

Nico: Victory, you're not gonna get over Joe by sitting at home in your bathrobe stuffing your face with nutter butters Victory: How about double fisting sleeping pills and hiding under the covers?

[after hitting something on the road] Victory: You're gonna keep driving? Nico: Yeah I'm not certified in possum CPR Wendy: It really is Nico's world and we just live in it Victory: Not if you're a possum

Wendy: What's with the credit card? Nico: I'm using it to cut the chocolate Victory: What, are we gonna snort it?


So it is me being a materialist shallow girlie girl.
I love lipstick jungle and i am not afraid to say it

iskender the little


Küçük İskender;
Çok sevindiğimde ya da çok mutsuzken.... Aynı şiiri okurken suratımda sırıtış ya da gözyaşları hatta daha da ileri gidip ikisini birden oluşturur bu şahsın bükük zihni..... ecnebilerin twisted mind dedikleri mevzuu.
Histeri kokusu yayılsa da kitaplarının kapağı açıldığında etrafa, masumiyetine ikna olmusumdur hep sanki ikna etmeye ihtiyacı varmış gibi beni ya da bizi.
Kendisinin Rimbaud, Bukowski, Oğuz Atay şiirlerinin sentezleyerek hırçınlığı, cinsel tercihi ve anarşizmini de ilave etmek sureti ile oluşturduğu şiirlerle bir KENT ŞAİRİ olduğu iddia edilmektedir.

Şahsen bir kent insanı olarak son derece etkilenerek ve hatta hayranlık içinde okusam da şiirlerini, liberal ve hatta marjinal sanat anlayışıma rağmen zaman zaman irrite olmadığımı ve hatta zorlanmadığımı söyleyemeyeceğim. İçimde muhafazakar kalan bazı yönler mi vardı yoksa hakikatten zor muydu İskender bazen?

"bir orospu gulumsemesi kulagimin arkasinda.
hep bukowski olmak istedim
bir sik heykeli gibi damarli ve mona lisa."

Bir diğer husus da Thom Yorke hayranlığım ile İskender hayranlığımın bağıntılı olması şüphelerim.... var mıdır öyle bir bağ? Yoksa bana mı öyle gelmekte?

Bazıları da şöyle yerden yere vurur ; sperm, ibne, orospu, şizofren, sigara, sik, göt, iğdiş, gözyaşı, bacakarası, travesti, gece kelimelerini alelade bir duygusal şiirin içine entegre edip, uyuşturucu etkisi altında yazıldığına okuru ikna ettikten sonra, cinsel anlatımı hayli tiksindirecek boyuta getirip, isyan ve aynı zamanda umut aşıladınız mıydı siz de bir Mini İskender olursunuz........
yeter ki anlaşılmaz olma çabası içinde kıvrım kıvrım kıvranın.

Yok ben ikna olmadım... Ya da çok duygusalım. hala bir dahilik ışığı sezinliyorum bu "herif"in şiirlerinde.

o zaman şöyle bitireyim; hepsi bu. yüzüyorsanız boğulmayın, içiyorsanız çok için. Seviyorsanız sevişin. üzülüyorsanız ,........yapmayın.Değmiyor